Türk mutfağının çeşitliliği ve lezzeti bir yana, bunu çoktan hak etmiş olmalıydık ama her şey pazarlama meselesi. Sonuç olarak bir Fransız otomobil lastiği markası olan Michelin, yeme içme meraklısı Fransız tüketicisi için, yurtiçinde seyahat ederken uğrayabilecekleri lokantaları seçerek 1900’lü yıllarda başlattığı yıldızlama, yani parlatma işine yıllar içinde 38 ülkede 15 bin restorana ulaşmış. Amaçları sadece bu amaç için yollara düşüp yemek yiyeceklere lastik satmaktı ama sonuç olarak gastronomide bir ekol yarattılar. Türk mutfağı da sağlıklı anne yemekleri olan az pilav üstü kuru servisi yapılan esnaf lokantalarını sağlıksız, ne olduğu belirsiz yağlar içinde kızartılan burger köftesi ve patatese bırakırken o bile lüks oldu. Değil ki adam başı yemek fiyatları 110 Avro’ya çıkan Michelin yıldızlı restoranlarda yemek yenilebilsin. Zaten bu restoranlar da herkes için ve hele karın doyurmak için değil, lezzete meraklı ve parası olanlara, keşfetmek için.
DOYMAK İÇİN DEĞİL
Yurtdışında birkaçını deneyimleyip, çıkınca nerede devam etsek dediğim de olmuştur, geçende İsveç Başkonsolosu Ericson’un UNDP ile ortak davetinde İsveç Sarayı Şefi Nusret Altundağ’ın hazırladığı “Atıksız Yemek” “Sürdürülebilir beslenme” temalı yemeğinde olduğu gibi salatalık kabuklarının bile çorbaya konulduğu, etsiz ama müthiş yaratıcı dokunuşlarla çok lezzetli, süs balkabaklarının içindeki otlarla israf da edilmeden yemek yapılabileceğini gördüğümüz de. Michelin yıldızlı restoranların ise şimdiden 6 aylık rezervasyonları dolduğundan telefonların fişini çekmişler! Tavuk dönerin bile pahalıya geldiği çalışanlara ya da yalnız yaşayanlara ise benim naçizane tavsiyem Konak gibi zincirleri denemeleri. Biraz ondan, biraz bundan derken 5 çeşit 60 liraya geliyor ve sağlıklı? Üreticiyi küstürdüler, yakında yemek yapacak malzeme de bulamayabiliriz, buluyorken beslenmeli!