GündemKültür & Sanat

‘Gözler yalan söylemez!’ | GUNDEM.WİKİ

“Bir filmde en önemli olan şey uyandırdığı duygulardır” diyor Amerikalı Fransız oyuncu Jean Marc Barr. Altın Portakal Film Festivali’nin Uluslararası Yarışma jüri üyesi olduğu için sorduğum sorunun yanıtında hiç tereddütü yok: “Tekniğin veya bütçenin ne denli harika olduğu önemli değil malum, dön dolaş insan ruhuna dokunan filmlere ihtiyacımız var!” Önceki gün başarılı oyuncu ve yapımcı Damla Sönmez ile deneyimlerini paylaştığı ufuk açıcı panel sonrası portakal ağaçlarının serinliği altında söyleşiye başlıyoruz. Antalya sıcağından şikâyetçi değil, “Ben Kaliforniya’da büyüdüm” diyor, “Fransızların üstünlük kompleksi iyi bilinir ama Kaliforniyalıların yanında lafı olmaz, o nedenle Fransa’ya uyum sağlamakta hiç zorlanmadım” derken kahkahayı patlatıyor. Ne ilk ne de son olacak, coşkusu baki.

EN BÜYÜK YALANCI OBAMA!

Mizah anlayışı Amerikanmış, “İngilizlerinki keskindir, can acıtır” diyor. Ve anında İngiltere’nin mevcut politikasının kötülüğüne geçiyoruz: “Bence bu olanlar Amerikan İmparatoruğu’nun da çöküşünü ilan ediyor çünkü biz ne öğrendiysek onlardan öğrendik. İngiltere, kendini hâlâ dünyaya hükmettiğini zanneden lanet olası küçük bir ada. Son çırpınışlar bunlar. Amerikalıyım ve demokratlardan da sıtkım sıyrıldı, artık onlara da oy vermiyorum. Obama kahrolası bir yalancıydı. Hatta en büyük yalancı.” Peki Amerikan sol cenahının büyük ümidi Bernie Sanders? “Yok ya!” diyor isyan ederek, “O da gitti Hilary ve Biden ile anlaştı, oysaki partide en çok oyu toplamıştı. Amerikan politikası yozlaşmış, bitmiş durumda. Umarım Washington yok olur. Şu andaki savaşı bile biz başlattık! Daha ne olsun!”

SİNEMANIN KURTULUŞU AVRUPA’DA

Zaten kendisi de Jean Luc Godard’ın “Alphaville” filmini izledikten sonra Avrupa’yı merak etmiş, daha doğrusu Fransa’yı. Yani bir film insanı değiştirir mi sorusuna yanıtı da ortada. “Toydum ve sinemada deneyimsizdim. “Derinlik Sarhoşluğu’yla gelen söhreti hiç beklemiyordum. Ama gösterilen büyük ilgiyi hiç ciddiye almadım. Kendimi akışa bıraktım, yapmak istediklerime uzandım. Biz oyuncular palyaçoyuz ve gerçeği söylemek gibi bir görevimiz var.”

Yeni projesinde yönetmen Tony Gatlif ile çalışacak “Avrupalı yönetmenleri tercih ediyorum, farklı kültürler arasında kendimi buluyorum” diyor. Semih Kaplanoğlu’nun “Buğday” filmi de bunlar arasında. Luc Besson’dan kankası Lars von Trier’e, her yönetmenin üslubu farklı olsa da uyum sağlamakta zorlanmıyor: “Hiç olduğunuzu bilirseniz her şey olabilirsiniz.” Bir oyuncu olarak yüzüne odaklanan kamera karşısında kendisini güvende hissetmediği anlar olmuyor mu derseniz “Negatif duygulardan arınmaya çalışıyorum” diyor: “Evet tiyatronun aksine sinemada kendimizi yönetmene teslim etmek zorundayız. Kamera karşısında soyunuyoruz, bazen fiziksel ama illa da duygusal olarak. Geri dönüşü yok. Baştan kabullenmeliyiz”

ŞİMDİ DAHA İYİ OYUNCUYUM

Yaş ilerledikçe performans da değişiyor elbette ama Jean Marc Barr için olumlu anlamda: “Örneğin 30-40 yıl önce yüksek sesle oynayamazdım. Şimdi inanılmaz ses verebiliyorum. Önem verdiğim sinemacılarla çalışmak ve hayatı sınırlamadan yaşamak bana güven kazandırdı, müthiş deneyimler biriktirdim. Hayatta oyunculuk gibi bir mesleğim olması, benim de bu işte kalmaktaki ısrarım, kendimi geliştirme çabalarım meyvesini verdi, hayatıma bolluk geldi. Kendi varoluşunuzla iletişime geçebilmek, bir şeyler üretebilmek ve bunu ifade edebilmek müthiş!” Zen ustası gibi konuştuğunu söyleyince kahkahayı patlatarak itiraz ediyor. “Dediğim gibi günlük hayatta bile rol yapıyoruz ama her şey gözlerde olup bitiyor. Birisiyle gözgöze geldiğinizde bile anında anlarsınız. Oyunculuğun püf noktası da burada belki, kendinizden geçerek gereğe ulaşıyorsunuz. Bir de parayı dert etmediğinizde özgürleşiyorsunuz ve işinizi daha iyi yapıyorsunuz. Bu bize öğretilenin tersi ama kaybedeceğiniz hiçbir şey olmamasıyla ilgili olduğu kesin.”

Luc Besson’un “Derinlik Sarhoşluğu” ve Lars von Trier’in “Avrupa”sı misali kült filmlerle tanıdığımız aktör Jean Marc Barr, Altın Portakal Uluslararası Yarışması’nın jüri üyesi olarak Antalya’da. “62 yaşındayım ve kendimi müthiş hissediyorum” dediğinde hak vermemek olanaksız.

DİZİLER UYUŞTURUCU GİBİ

Panelde Hollywood’un dünya piyasalarındaki baskın ve yıkıcı etkisinden şikâyet etmiş, farklı ülkeler ve kültürlere rağmen her dizi ve filmin benzer formüllerle yapıldığından söz açmış ve noktayı koymuştu: “Bu da farklı bir uyuşturucu tabii.” Sohbetimizde gişe rekorları kıran “Top Gun Maverik”ten dem vuruyor: “Tom Cruise’un son filmi şahane. Ama altındaki mesaj ortada, ‘Sözümü dinleyin, çenenizi kapayın yoksa sizi anında bombalarım!’ Böyle bir filmi başka nasıl anlarsın ki. Sinemanın umudu Avrupa’dadır bence. Hollywood’un tüm markajlarına rağmen birileri hâlâ sinemayı sanat olarak görüyor.”

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu