“Kafama Göre”: Bu şarkının sözleri hepimize göre. “Kendi Yolumda”: Bu şarkının sözleri de herkese göre… Hayatımızdan alıntılar alıp bunları müziğe, filme, tiyatroya dökmek, evet, tam olarak sanat! Sanatçı; yaratıcı, görmediğimiz her neyse bize gösteren, hayatın aynası, yaşamın ta kendisi…
Bırakalım tüm bunları bir kenara! Samimiyet var mı? Doğal mı? Kendi gibi mi? Yani söylediği yaptığını, yaptığı söylediğini tutuyor mu? Bunlar derin konular evet, biz de tam bu derinliğin içindeyiz.
Gökhan Özoğuz, namı diğer Athena Gökhan, yeni bir filme imza attı. Derinlik dedik ya, öyle derinliği olan, derdi olan, politik bir yanı olan, yaşamdan, bizden, bugünden bir film.
Athena Gökhan; Adana’da işçi bir ailenin oğlu olarak yaşasaydı ne olurdu? Bunları filmde seyrediyoruz. Gülerken düşündüren bazen hüzünlendiren akıcı bir hikâye. Film, 25 Kasım’da gösterime girecek ve bence daha çok konuşulacak. Biz ise tüm bunları filmin gosterime girmesine yakın, Özoğuz ile uzun uzun konuştuk.
“GERÇEK BİR DÜNYA…”
– Daha önce birkaç film ve dizi projesinde yer aldınız. Sonra uzun bir ara. Şimdi ise iddialı bir filmle ve başrol oyuncusu olarak karşımıza çıktınız. Bu serüveni sizden dinleyelim.
Filmi seyreden herkes, “Böyle bir film seyretmedik” diyor. Çünkü farklı bir film, bir yandan gülerken hemen iki dakika sonra gözyaşlarına boğuluyorsun, sonra tekrar gülüyorsun, böyle değişik bir film oldu. Yönetmen Ömer Faruk Sorak, senarist Ali Kobanbay ile üçümüz çok vakit geçirdik. Böyle bir dünya yaratıyoruz, bu dünyanın içerisinde herkes gerçek olsun. Ömer Ali’nin annesi babası da gerçek karakterler… Bir tanesi Ömer Faruk’un kayınpederi, bir tanesi de onun eşi, kadının adı İsmet, isimlerine kadar gerçek karakterler. Filmin içerisinde en baştan beri hep gerçek konulardan bahsedelim istedik, hayatın içerisinde olan bütün, her köşesi gerçekten yaşanan bir şey olsun dedik. Yani kısacası “Kendi Yolumda” filmi yaşanmış olayların bir araya gelişi…
– Oyunculuk bağımlılık yapar. Sizi daha çok göreceğiz bence beyazperdede. Nasıl hazırladınız rolünüze?
Ben şeyi fark ettim; oyunculuk dediğin, insanın kendi alt benliğinin ortaya çıkardığı…
“FİLMİN BİR DERDİ VAR”
– Tabii bilinçaltından bir şeyler çıkıyor mutlaka ortaya.
İnanılmaz, yani ermiş gibi bir şey oluyorsunuz, o oyunculara aslında baktığımda “Ya, bu adamlar böyle miymiş?” dedim. Çünkü öyle bir şey buluyorsunuz ki kendi içinizde ve herkesin içinde başka bir kişi var. Ve Gökhan’ın bir manav versiyonu çıkıyor mesela, kim ya bu! Çok istiyorum: Eğitim Bakanlığı çocuklara ufak da olsa, zorunlu ders olarak drama dersi verdirse. Empati yeteneği, kişinin kendini bulabilme yolu, müthiş bir şey, kendi kendine rehabilite oluyorsunuz oyunculukta.
– Sonra belki bir tiyatro gelir.
Bayıla bayıla… Aşığım ben tiyatroya, çocukluğumdan beri benim olayım aslında Hacivat-Karagöz’dür. Obsesif derecede. Yuvada görmüştüm Hacivat-Karagöz’ü, çok büyülü gelir bana o ki hayatın bir tezahürüdür zaten.
– Filmin politik bir yanı da var! Bununla ilgili ne söylemek istersiniz?
Filmin kendi içinde, kendi hayatımızda, şimdi mesela biz burada oturduk, çay kahve içiyoruz, ilk yapacağımız ne oluyor; kahve çok pahalandı, kahve alıyoruz 50 lira oldu, ekmek alıyoruz şu kadar oldu, su alıyoruz bu kadar oldu, ondan sonra da durum ne olacak bunlardan bahsediyoruz, film de ondan bahsediyor. Filmin bir derdi var. Filmin derdi, taraf olmamak, filmin derdi insanların herkesin kendi düşüncesi, kendi inancı, kendi yolu… Kendi yolu var herkesin! Bir tane küçük bir köpeğimiz var filmde, onun da kendi yolu var ve buluyor. Köpeklere yem olacakken kurtuluyor yavru köpek, onun da yolunda; kaderinde yaşamak varmış oluyor. Yani filmdeki herkesin bir kendi yolunu çizmesi ve içinde bulunduğu durumların içerisinde ona göre genişleyebilmesini anlatıyoruz aslında. Sonuç olarak inandığın yolda gidersen, samimi olursan, ısrarcı olursan, sonunda başarıya ulaşıyorsun.
– Film, güldürürken, ağlatıyor. Sizin olduğunuz yerde de beklenir bu herhalde; hem duygusallık, hem bir gülme hali. Bu sizin ilk yapımcılığı üstlendiğiniz film yanılmıyorsam.
Evet, biraz öyle bir durum var galiba. Ömer’in becerileri değişik bir şekilde filme yansıdı, Ali de çok güzel yazdı. Çok, çok güzel bir film oldu. Ben hayatımda ilk defa bir filmle alakalı bir şeyin altına elimi koydum.
BÜTÜN MESELE ÖZGÜRLÜK…
– Sanat, politika, özgürlük… desem!
Nâzım Hikmet’i okuduğunuz zaman orada bakın, aslında yaşadıkları olayların bütün o duygularını anlatıyorlar. Diyor ki, bu olaylar böyle oldu ama biz içindeyiz ve bu olayların artık bir düzlüğe çıkması gerekiyor, aslında öz o! Bir düşünce yapısının kalıpları olduğu zaman hepsi bir noktada faşizme varıyor. Ne kadar halkçı olursanız olun, bir noktada o kadar… Altını çiziyorum, her düşüncedeki insan yapısı her düşüncenin kalıpları, duvarları sağlamlaşıp yükseldiği andan itibaren çürümeye başlıyor.
Bütün konu, özgürleşmek dediğimiz şey, tamamen gönülde dışarıya yansırken karşındakine saygı duymaktan başlıyor. Biz bunu yapamıyoruz biz değil bütün dünyada böyle. Mesela Kuzey siyasi yapısını, Kuzey ülkelerinin eğitim sistemlerini çok doğru buluyorum ama günün sonuna baktığımızda orada da başka sorunlar var. Görüyorsunuz yani hiçbir şey mükemmel değil. Hepsinin içinde bir çürük nokta var. Tabii ne oluyor, içinde yaşadığınız durum, sizin bulutunuz karardığı zaman, bir noktada karanlıkta kalan siz olduğunuzda bu sefer, kendinizi açıp, bir yerden ışık bulamaya çalışıyorsunuz.
– Tüm mesele, herkes insanca yaşamaya çalışıyor…
Evet, bütün konu o! Kişiler kendi özgürlüklerini arıyorlar. Benim dünyam çocukluğumdan itibaren aslında tamamen bir ölümüne başkaldırıyla açıldı sahnemiz, hayatımız, karşı çıka çıka doğruyu bulduk. Bir baktık bizim karşı çıktığımız gibi olmuşuz, söylediklerimizin tam karşının dibinde onunla beraber… Hangi durumu desteklediğinizi bile fark etmiyorsunuz onun içine girdiğinizde. Onun için kavganın olduğu yerde haklı olamaz.