KARS-BHA
Kars Büyük Birlik Partisi (BBP) il Başkanı Tuncay Ertem, gündemdeki konuları değerlendirerek, basın açıklamasında bulundu.
Kars (BBP) İl Başkanı Tuncay Ertem açıklamasında şunları belirtti;
“Geçen hafta, Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Gazze’de işlenen savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar nedeniyle, İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ile eski Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında tutuklama emri çıkardı.
UCM Savcılığı, kararın ardından, devam eden çatışmalarda işlenen suçlara ilişkin soruşturmanın sürdüğünü ve ek tutuklama kararı taleplerinin sunulmasının planlandığını da açıkladı.
UCM’nin çıkardığı tutuklama emirlerinin uygulanması, Roma Statüsü’nün 86. ve 87. maddeleri gereğince, taraf ülkelerin yükümlülüğünde bulunuyor.
Statünün 89. maddesi uyarınca Netanyahu ve Gallant’ın, UCM’ye taraf herhangi bir ülkeye seyahati durumunda, o ülkenin yetkili makamlarının kendilerini tutuklayıp, Lahey’deki mahkemeye teslim etmesi gerekiyor.
İrlanda, Belçika, Slovenya, Danimarka, Hollanda, Finlandiya, İsveç, Portekiz, İspanya, Norveç ve Lihtenştayn’dan sonra, dün Fransa da ‘UCM’nin kararına saygı duyulması gerektiğini’ belirterek, tutuklama emrine uyacaklarını duyurdu.
Değerli Arkadaşlar,
Yanılgıya düşmeyelim: Gazze’de yaşananlar savaş değil.
Çoğunluğu çocuk ve kadın, 50 binin üzerinde sivilin katledildiği bir yıl aşkın süreçte, okullar hastaneler, konutlar, mülteci kampları bombalandı.Bombaları ve kurşunları isabet ettiremedikleri sivillerin, açlıktan, susuzluktan ve soğuktan ölmeleri için, İsrail, sivil yerleşim bölgelerine gıda, su, elektrik ve yakıt ulaştırılmasını da engelledi.Bir yılı aşan süre devam eden katliamların sonunda, nihayet, hukuk bir adım atmış bulunuyor.
Ancak akan kanın durdurulmasına yönelik, BM nezdinde yapılan girişimler, hala ABD’nin veto engeline takılıyor.
Hala, İsrail, ABD’nin başını çektiği bir grup devlet tarafından, askeri, siyasi ve ekonomik anlamda pervasızca desteklenmeye devam ediliyor.
Hala, bölgedeki Arap ülkeleri, İsrail’e müdahale etmek bir yana, yaşanan faciaya seslerini yükseltemiyor, cinayete “cinayet”, katliama “katliam”, soykırıma “soykırım” diyemiyor.
Gazze’ye ilk bombanın düştüğü andan bugüne aynı cümleleri söyledik:
Yaşananlar insanlık suçudur ve bu yönüyle hepimizi, tüm insanlığı ilgilendiriyor.
Yine bölgedeki çatışmalar, Türkiye’nin güvenliğini,“doğrudan” ve “dolaylı” olarak tehdit ediyor.
Son olarak, hukukun, insan haklarının, insanlığın askıda tutulduğu her gün, tarihe, insana, insanlığa ait değerlere ve insanlığın geleceğine kara lekeler bırakıyor.
Evet, Uluslararası Ceza Mahkemesinin kararı geleceğe dair bir umut ışığı yaktı. Ancak bu karar, halen, şu anda, Gazze’de çocukların ve kadınların öldürülmesine engel olmuyor.
Lübnan’da olduğu gibi Filistin ve Gazze’de de bir an önce ateşkes sağlanmalı; savaş suçluları yargılanmalı ve hak ettikleri cezaları almalıdır.İnsanlığın ve adaletin, çocukların kanında boğularak yok olmasına izin vermemeliyiz.
İnsanlık, artık, çocukların katillerine hesap sormalıdır.
Değerli Basın Mensupları ve Kıymetli Ülkemizin Güzide Vatandaşları
Rusya ve Ukrayna arasındaki savaşın şiddetinde önemli bir artış gözlemliyoruz.
Savaş, 2014’te, Rusya’nın Kırım’ı ilhakıyla başladı.
Rusya’nın Kırım’ı ilhak etme kararı 20 Şubat 2014’te alındı.
22 ve 23 Şubat’ta Rusya birlikleri, Kırım’a girmeye başladı.
27 Şubat’ta, Rusya kuvvetleri, Kırım Yarımadası’nın kontrolünü ele geçirdi.
Stratejik konumları ve Rusya bayrağı çekerek Kırım Parlamentosu’nu ele geçirdiler.
Güvenlik kontrol noktaları, Kırım Yarımadası’nı Ukrayna’nın geri kalanından kesmek ve bölge içindeki hareketi kısıtlamak için kullanıldı.
Sonraki günlerde Rus askeri güçleri, önemli havaalanlarını ve bir iletişim merkezini ele geçirdi.
Rusya’nın, 24 Şubat 2022’de, Ukrayna’yasaldırısı, uzun bir askeri yığınak ve Rusya’nın ayrılıkçı “DHC” ve “LHC”yi“devlet” olarak tanımasının ardından savaş, bugün devam eden şekline dönüştü.
Süreç içinde hem taraflar arasındaki anlaşmazlık konuları hem savaşın seyri hem de dünyaya ve ülkemize etkileriyle ilgili kapsamlı açıklamalar yaptık.
Yeniden ayrıntılı ve uzun bir değerlendirmeye girmeyeceğim.
Bugün için sadece bazı gerçeklere ve dikkat edilmesi gereken hususlara işaret etmek istiyorum:
Rusya ve Ukrayna arasındaki savaşın 2022 Şubat’ında Dombas bölgesinden Ukrayna’nın iç bölgelerine yayılmasının, Avrupa’dan başlamak üzere, tüm dünyada, ekonomilere ve siyasi ilişkilere, çoğunlukla yıkıcı, önemli etkileri oldu.
Öncelikle, Türkiye’nin, jeopolitiği ve her iki ülkeyle ekonomik ilişkileri dolayısıyla kritik ve riskli bir noktada bulunmasına rağmen, süreci başarıyla yönettiğini söyleyebiliriz.
Bu noktada en önemli etken, Türkiye’nin “baskılara rağmen” tarafsızlığını koruması ve “bağımsız” bir şekilde hareket etmesi oldu.
Yine, özellikle boğazların statüsü konusunda uluslararası hukuku, “doğru” ve “titiz” bir şekilde uyguladık.
Türkiye’nin tavrının, daha açık bir ifadeyle ABD’nin beklentilerini sorgulamadan karşılamamasının, Demokrat Parti yönetimindeki ABD’nin yoğun tepki ve düşmanlığına neden olduğunu da yine hep birlikte izledik.
ABD seçimlerinde Trump’ın öncelikli ve en büyük vaatleri, Ukrayna ve Filistin’de yaşanan savaşları bitirmekti.
Bugün itibarıyla, ABD’nin, esasen her iki savaşın “tarafı” olduğunu düşündüğümüzde, muhtemelen “adaletli” olmasa da bir barış sürecinin başlayacağı anlaşılıyor.
Trump’ın, 20 Ocak 2025’te göreve gelmesinden sonra, her iki çatışma bölgesiyle ilgili, ABD tarafından, barış yönünde adımların atılmasını bekliyoruz.
Bununla birlikte, yaşadıklarımızdan gerekli dersleri çıkarmak mecburiyetindeyiz.
Türkiye, dünyada ve bölgemizde, benzer şartların her an ve yeniden yaşanabileceğini dikkate alarak, ekonomisini ve savunma konseptini yeni şartlara göre güncellemelidir.Çeşitli vesilelerle sayın Genel Başkanımız ifade etti, ben de tekrar etmekte fayda görüyorum.Türkiye, acilen gıdada, ilaçta, savunma sanayiinde ve enerjide kendine yeter duruma gelmelidir.Tarımda yeniden bir üretim planlaması yapılmalı; hazineye ait tarım arazilerinin üretime dahil edilmesi için bir program uygulanmalıdır.Karlılık endişesi taşınmadan, Sağlık Bakanlığı ve -seçilecek- üniversitelerin iş birliğiyle, yerli ilaç üretimi programı hayata geçirilmelidir.Savunma sanayiinde ve yenilenebilir enerji yatırımlarındaki büyüme desteklenerek, yerli üretimin genel tablo içindeki payı artırılmalıdır.Pandemi sürecinin ilk günlerinden itibaren, bu konularda, fikirlerimizi, eleştirilerimizi, önerilerimizi içtenlikle dinleyip değerlendirdiğini gördüğümüz iktidara ayrıca teşekkür ediyor, ancak önemli eksikliklerimiz olduğunu da açıklıkla ifade etmek istiyorum.
Değerli Basın Mensupları ve Kıymetli Ülkemizin Güzide Vatandaşları
Bu hafta da gündemde, kayyum atanan belediyeler ve terör örgütüyle ilgili siyasi partilerin yaptıkları açıklamalar var.Gündemi ve tüm siyasi partilerin açıklamalarını dikkatle takip ediyoruz.Bu noktada, Büyük Birlik Partisi’nin, siyasi partilerin tümünden farklı bir yerde durduğunu ve tüm siyasi partilerden farklı bir söyleme sahip olduğunu görüyoruz.
Kıymetli Kardeşlerim,
Bugün Ortadoğu olarak adlandırdığımız bölgenin tamamı Osmanlı topraklarıydı.Osmanlı’nın Sanayi Devrimi’ni kaçırması ve zayıflaması; İngiltere’nin bir küresel güç olması; Ortadoğu’daki hidrokarbon kaynaklarının sanayinin ve ticaretin bir numaralı metası haline gelmesinden sonra; bölgedeki topluluklar, İngilizler tarafından silahlandırılarak ayaklandırıldı.
Kurdurulan devletlerle, kaynakların yönetilmesini düzenleyen anlaşmalar imzalandı.“Özgürlük” ve “bağımsızlık” vaatleriyle kurulan devletler,küçük hisseler alarak, tüm doğal kaynaklarını Batı’ya teslim ettiler.Sonuçta, kendilerine birtakım ayrıcalıklar tanınan ailelerin dışında kalanlar, bölgenin kaynaklarının zenginliğine rağmen, korkunç bir fakirliğe mahkûm oldular.Bu kukla devletlerin yöneticileri içinde kurulan sömürü çarkına itiraz edenler, yine sömürgeci devletlerin istihbarat örgütleri tarafından tertiplenen suikastlara, darbelere, ayaklanmalara ya da çatışmalara maruz bırakılarak yok edildiler.
İkinci Dünya Savaşı’nın ABD’nin Mihver devletlerinin karşısında bulunan Müttefikler’e desteğiyle ve Müttefikler’in galibiyetiyle sonuçlanmasından sonra, ABD, tüm dünyada olduğu gibi Ortadoğu’daki kaynaklarda da hak talep etti ve kademeli olarak İngilizlerin bölgedeki rollerini devraldı.Fakat yeni problemler vardı:Bu süreçte resmileşmiş Yahudi devleti İsrail’in güvenliğini sağlamakta zorluklar yaşanıyordu. Çünkü aslında aynı etnik köklere sahip olan, aralarındaki çatışmalar binlerce yıla yayılan Araplarla Yahudiler arasında bir uzlaşma sağlanamıyordu.
Kurdurulan irili ufaklı devletlerde, yapılan sonu gelmeyen yönetim değişikliklerinin hemen sonrasında, görevi devralan yönetimlerin çoğu, SSCB’nin de yönlendirmeleriyle, bölgenin kaynaklarına Batılı güçlerin el koymasını sorgulayıp itiraz ediyorlardı.
Asya’nın, özellikle 2. Dünya Savaşı’ndan sonra yeni bir süper güç olarak ortaya çıkan SSCB’nin, sonrasında Rusya’nın, üretimini Avrupa ve Amerika pazarına ulaştıran ticaret yollarının önemi bir kısmının bu bölgeden geçmesi, bu yolların kontrolünü daha önemli hale getiriyordu.
Özellikle 1975’te sonuçlanan Vietnam Savaşı’ndan sonra, belirli bir refah ve eğitim düzeyinin üzerine çıkmış olan batılı devletler, sınırlarının dışındaki çatışma bölgelerine asker sevk ettiklerinde, kendi içlerinde önemli toplumsal tepkilerle karşılaşmaya başladılar. Bu noktada terör örgütleri, daha yoğun bir şekilde, birer taşeron savaş aracı olarak kurdurulmaya ve kullanılmaya başlandı.
70’li yılların sonlarında, henüz bir “dedikodu” olarak kamuoyunda konuşulan bir “plan”, 80’li yıllarda konunun tarafları, aktörleri, eski politikacılar ve istihbarat mensupları tarafından, ayrıntılarıyla ve açıklıkla ortaya konulmaya başlandı.
“Bölgenin kaynaklarının yağmalanmasına devam edilmesini”, “ticaret yollarının kontrol altında tutulmasını”, İsrail’in güvenliğinin sağlanmasını” kolaylaştıracak, Araplara alternatif olarak belirlenen topluluk Kürtlerdi.
Plan, Irak ve Suriye’nin kuzeyini, İran’ın kuzey batısını, Türkiye’nin güney doğusunu içine alan bir terör devletiydi.
Terör örgütleri kurdurulup silahlandırıldı.
Fakat, adı geçen dört ülkenin hemen tümünde, uzun yıllar, 40 yıla yakın süre Kürt kökenli insanlar bu projeyi desteklemedi.
Bu maksatla Irak parçalandı. Suriye’nin parçalanma operasyonu devam ediyor. İran ve Türkiye projeleri sıralarını bekliyorlar.
PKK, ABD ve Avrupa ülkelerinin tam desteğine, olağanüstü propaganda çalışmalarına, Türkiye’ye yapılan baskılara rağmen hedeflenen kamuoyu desteğine ulaşamadı.
80’li yılların sonunda, ABD desteğiyle oluşturulan iktidarların tavizleri ve yanlış politikalarıyla PKK yayılmaya başladı.
“PKK’nın kontrolünde bir siyasi parti kurulması” yine bu planın bir parçasıydı ve konunun bütün detayları, yine tarafların ifadeleriyle, herkes tarafından biliniyor.
1991’de, sonradan bugünkü CHP’ye dönüşen SHP listelerinden, örgütün belirlediği adaylar Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne girdiler ve henüz yemin töreninden başlayarak, terör örgütünün propagandasını yapmaya; Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin çalışmalarını sabote etmeye; Türkiye Cumhuriyeti’ni itibarsızlaştırıp, uluslararası alanda zayıf düşürme çalışmalarına başladılar.
Dünya üzerinde hiçbir terör örgütü bir dış destek olmadan yaşayamaz.
Kendileri de dahil olmak üzere hiç kimsenin itiraz edemeyeceği gibi, PKK, silah ve para temini bir yana, ABD’nin desteği olmasa bir günlük yiyecek bile temin edemez.
PKK, bahsettiğimiz planın dışında, Türkiye’nin kaynaklarını ve uluslararası gücünü zayıflatarak, aynı zamanda Türkiye’nin dışındaki nüfuz alanlarına; Batı Trakya’ya, Balkanlar’a, Türkmeneli’ne, Musul ve Kerkük’e, Azerbaycan’a, İran Türklüğü’ne, Orta Asya’daki soydaşlarına ulaşamaması gibi önemli bir fonksiyonu da dolaylı olarak yerine getirdi.
Hukuk literatüründe işlemediği hiçbir suç kalmayan, hiçbir değere sahip olmayan bir alçaklar ve satılmışlar topluluğu, Türkiye’nin 2 trilyon dolarına, on binlerce hayata, kaybedilen 40 yıla mal oldular, Türkiye’nin,rakipleri, düşmanları ülkeler tarafından, aleyhinde kullanılacak sayısız girişimemalzemeürettiler.
Bugün tartışılan, görevden alınan belediyelerde, bu örgütün belirlediği örgüt mensupları yer alıyor.
Bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin karşısına muhatap olarak dayatılan; anlaşma masasında karşısına oturtulmaya çalışılan örgüt bu…
Herhangi bir güçleri yok.
Herhangi bir karar verme yetenekleri yok.
Kurdurulan sözde siyasi partiler PKK’nın, PKK ABD’nin herhangi bir talimatına itiraz ettiği takdirde yaşayamayacağını biliyor ve bu doğrultuda hareket ediyorlar.
Gerçek bu ve bu gerçeği dile getirmeye devam edeceğiz.
Terör örgütleri, tarihin her döneminde kendilerini var eden, destekleyen devletlere ağır bedeller ödetmiştir.
ABD’nin, Afganistan’daki benzer faaliyetleri, yıllar sonra New York’ta ikiz kulelerin yıkılmasıyla neticelendi.
Terörün başka herhangi bir neticesi, olumlu, faydalı herhangi bir yönü olamaz.
Biz de bu gerçekleri bilerek hareket etmek mecburiyetindeyiz.
Değerli Basın Mensupları ve Kıymetli Ülkemizin Güzide Vatandaşları
Malumunuz bir süredir onca yapay gündemin içinde, bizim için asıl gündem olan, aslında milletimizin %70’nin şüpheyle baktığı ve onaylamadığı bir süreç yönetimi çabaları bugünlerde yine tartışılır oldu…
Biz bu filmi 90’lı yıllardan beri sık sık izliyoruz!
Bu filmlerin ana teması da hiç değişmiyor! Hepsi de ülke barışı ve vatanperverlik soslu servis ediliyor bu ülke insanına…
Ayrıca bu ülkede sürekli Türkler ile Kürtler savaşıyormuş havası verilmeye çalışılıyor. Bunu asla kabul edemeyiz.
Soruyorum:
Niçin bu ülkede dış müdahalelere açık ayrılıkçı unsurlarla bir terör mücadelesi verdiğimiz gerçeği bir etnisite sorunu olarak yansıtılıyor?
Büyük Birlik Partisi olarak biz, bu tür devlet ve millet menfaati ambalajıyla devreye sokulan müzakere süreçlerini doğru bulmuyoruz, netice alınabileceğine asla inanmıyoruz.
Biz teröre ve teröriste meşruiyet üretecek politikalara ve projelere dünde karşıydık bugün de karşıyız.
Bu kararlı duruş, şehit liderimiz Muhsin Yazıcıoğlu’ndan beri bizim kırmızı çizgimizdir.
Değerli arkadaşlar,
Değerli Basın Mensupları…
Özetlersek…
Büyük Birlik Partisi olarak fikrimiz şudur:
1 – Terör örgütüne hangi tavizi verirseniz verin asla yok olmayacaktır. Ne Türkiye’nin dağındaki ve şehirlerindeki bataklıklarından vazgeçecekler, ne de şimdi sınırın ötesinde daha da büyütülen bataklıklarından vazgeçecekler! Terörü yok etmenin tek yolu bunlarla ve arkasındaki güçlerle mücadele etmektir.
Yani terörle teröristle müzakere olmaz mücadele olur.
2- Geçmiş dönemlerde verilen tavizler ile Türkiye içinde ayrılıkçı terör hareketi etki alanını oldukça genişletmiştir.
Terör örgütü burada sinsice hareket etmektedir. Her üç kişiden birinin evlilik yoluyla Türklerle kaynaştığı gerçeğini göz önünde bulunduran PKK’nın, kültürel zeminde Kürtlerin Türklerden kopamayacağını iyi bildiğinden, anayasal teminata kavuşturulmuş politik ve hukuki kimlik peşinde koşması bu yüzdendir!
Geçmişte tecrübe ettik: Bu konuda verilecek tavizler terörün hareket alanını daraltmaz. Emin olun bu hal ‘barış’ değildir. Türkiye’nin boğazı sıkıldığında elinden herhangi bir şey alınabileceğine ve taviz verebileceğine dair umutları arttıracak ve ‘bölünmeyi’ hızlandıracaktır.
Adı ne olursa olsun hainlerle bu ülkenin mukadderatını devamlı aldatanlarla müzakere süreci yönetilirse ve bunda ısrar edilirse Psikolojik kopuş ve sosyal parçalanma ortamı gitgide yayılacaktır! Hem de diğer yandan ciddi milli güvenlik sorunu yaşadığımız kontrolsüz göç konusundaki kapasiteyi de bu ana soruna ekleyin! Durum gerçekten vahim bir hal alacaktır.
3- Türkiye, PKK ve türevleriyle ve dahi arkasındaki güçleri hayli tedirgin eden etkin politikalarına devam etmelidir.
Bölücü terör ile “gerektiği gibi” mücadele edilip Türkiye düşmanlarını takatten düşürülmelidir.
Son olarak,
Egemenlik Türk Milletinindir. Paylaşılamaz ve bölünemez. Egemenliğimizin paylaşılması devletimizin, milletimizin ve ülkemizin de parçalanması manasına geleceği için buna asla müsaade edemeyiz.
Binlerce yıl, hiç kimseye, hiçbir zorluğa diz çökmemiş Türk devleti, bugünkü problemlerini aşacak güce ve iradeye sahiptir.
Bu kısa ve açık değerlendirmenin, bugünkü tartışmalarla ilgili tüm soruların cevabı olduğunu düşünüyorum.
Değerli Basın Mensupları ve Kıymetli Ülkemizin Güzide Vatandaşları
Dün, Diyanet İşleri Başkanlığımızın tertiplemiş olduğu 7. Din Şurası’nın açılış toplantısı yapıldı.
Birkaç cümlelik bir değerlendirme yapmak istiyorum:
Açılış toplantısında, genel olarak, dijitalleşen iletişim araçlarının toplumsal hayata etkileri üzerinde duruldu.Tüm dünyada, iletişim, hızını takip etmekte çok zorlandığımız bir evrim geçiriyor.
Gelişmiş, belirli bir refah seviyesinin üzerindeki devletler, kendi toplumlarında, inancı, aileyi, kimliklerini, geleneklerini korumak için tedbirler alırlarken, sömürünün hedefindeki ülkelere dinsizliğin, milliyetsizliğin, cinsiyetsizliğin dayatıldığını; geleneklerin, kültürün, ailenin ve milli kimliğin yok edilmeye çalışıldığını görüyoruz.
Çünkü bu değerlerini kaybedenler, kullanılmaya, sömürülmeye, yok edilmeye müsait hale geliyorlar.
Bahsettiğimiz değerleri korumak devletlerin, dolayısıyla siyasetin öncelikli görevidir. Devlet bu konularda gerekli tedbirleri almalıdır.Saygılarımla…”