Kanser Erken Teşhis, Tarama ve Eğitim Merkezi (KETEM) aracılığıyla tüm illerde mamografi taramaları yapıldığını ve Türkiye’de her 3 kadından 1’inin bu taramalara katıldığını söyleyen Türk Radyoloji Derneği (TÜRKRAD) Genel Sekreteri Prof. Dr. İhsan Şebnem Örgüç, bu taramalarda bir problem görüldüğü takdirde hastaları ileri incelemeye yönlendirildiklerini ve bazı kadınların “radyasyon korkusu” nedeniyle bu taramalara katılmadığını anlattı.
Prof. Dr. İhsan Şebnem Örgüç, mamografinin radyasyona, dolayısıyla kansere yol açtığı yönündeki görüşü şöyle değerlendirdi:
“Bu gerçekten bir korku ve efsane haline gelmeye başladı diye düşünüyorum. Radyasyon korkusu tıbbın yapabileceği hizmetleri engelleme noktasına kadar geldi. Bana soran hastalarıma, ‘Radyasyondan niye korkuyorsunuz?‘ diyorum. ‘Kanser yapar‘ diyorlar.
Evet, teorik olarak öyle bir risk var ama kanıtlanan, mamografinin yol açtığı meme kanseri henüz yok. ‘Üç saatlik bir uçuşta, mamografiye eş değer radyasyon alıyorsunuz. Bu nedenle uçağa binmekten geri duruyor musunuz?’ diye soruyorum. ‘Hayır‘ diyorlar, şaşırıyorlar.
Şu anki cihazlar eski sistemlere göre çok düşük oranda radyasyonla görüntüleri oluşturabildiği için artık bunu göz ardı edebilecek kadar rahat davranmak istiyoruz. Tabii ki kimseye gereksiz ve sık tetkik yapmak istemiyoruz. Ancak kadınlarımızın bu işleri zamanında yaptırması hayatları için çok değerli.”
RİSK FAKTÖRÜ OLANLAR İÇİN TARAMADA 30 YAŞ ÖNEMLİ
Mamografinin hangi yaş aralığında çektirilmesi gerektiğine yönelik farklı görüşler olduğunu anlatan Örgüç, kötü sonuçlar yaşanmasını önleme ve ölüm riskini azaltmada 40 yaşın önemli bir sınır olduğunu aktardı.
Prof. Dr. Örgüç, tarama programlarındaki yaş aralığının 70’e kadar sürdüğünü belirterek, “Yılda bir en iyi aralık. 70 yaş bir sınır gibi gözüküyor ama toplumda giderek artan yaşam süresi var. Dolayısıyla kadın sağlıklıysa, yaşam beklentisi 10 yılın üzerindeyse mamografi taramalarına devam etmesini istiyoruz” dedi.
Meme kanserinde en önemli risk faktörünün genler olduğunu, artık genetik taramaların da yapılabildiğini dile getiren Örgüç, risk faktörlerini şöyle sıraladı:
“Bazı genetik sendromlar var, bunların kapsamında da meme kanseri riski fazla olabiliyor. Aşırı hormon kullanmak gibi bazı nedenler de risk faktörü kabul ediliyor ama bunlar daha minör sebepler. 30 yaşından itibaren, eğer ömür boyu meme kanseri riski yüzde 20’nin üzerinde çıkıyorsa, 40 yaşına kadar beklemeniz doğru değil, biz sizi daha erken taramaya almalıyız diyoruz ve bu taramaları 30 gibi daha aşağı bir yaşa çekiyoruz.“
Toplumda ve bazen hekimler arasında “40 yaşın altındakilere hiçbir zaman mamografi yapılmaz” şeklinde yanlış bir algı olduğuna da dikkati çeken Örgüç, 30 yaşında meme kanseri tanısı nedeniyle tedavisine başlanmış fakat hiç mamografi çekilmemiş hastalarla karşılaştığından bahsetti.
ERKEN BULGU YAKALAYAN YÖNTEM: ‘MAMOGRAFİ’
Prof. Dr. Örgüç, meme kanserinin en erken bulgusu ya da dokunun bozulduğunun ilk işaretinin, meme içinde toplu iğne başı gibi küçük kireçlenmeler olduğunu aktararak, bu kireçlenmeleri en iyi gösteren yöntemin de mamografi olduğunu söyledi.
Kitle oluşmadan ve kanser bir tümör haline dönüşmeden doku bozulmasının ilk işaretlerini mamografide bulabildiklerini, bu nedenle yüksek risk grubundaki hastalara mamografi uyguladıklarını belirten Örgüç, bunun yanı sıra manyetik rezonans görüntüleme (MR) ya da ultrasonu da kullandıklarını dile getirdi.
Taramanın hayatta kalma oranını artırdığına dikkati çeken Örgüç, “Zaten bu tarama programlarının ulusal bazda oluşturulmasındaki en önemli neden bu. Dünya Sağlık Örgütünün tarama programları için bazı kriterleri var. Bunlardan biri de taramanın işe yarıyor olduğunu, sağ kalımı ve hastalıksız yaşam süresini uzattığını kanıtlamanız gerekiyor. Bunlar dünya üzerinde yapılan çok fazla çalışmayla artık belirlenmiş durumda” diye konuştu.
Örgüç, 1990’larda tarama yapılan ve yapılmayan kadınlar arasında yaşam sürelerine bakılan bir çalışmaya işaret ederek, çok eski yöntemlerle bile bunun yüzde 25 arttığının görüldüğünü sözlerine ekledi.