İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı (İBB) Ekrem İmamoğlu hakkında, Yüksek Seçim Kurulu (YSK) üyelerine hakaret ettiği gerekçesiyle açılan davada, karar Çarşamba günü açıklandı.
İmamoğlu’na hapis ve siyasi yasak cezası verildi.
Hukukçu Turgut Kazan, hukuki açıdan kararın anlamını BBC Türkçe’ye yorumladı.
Kararın bu aşamada İmamoğlu’nun konumunda bir değişiklik yapmayacağını belirten Kazan, bunun için istinaf ve Yargıtay aşamalarının tamamlanması gerektiğini söylüyor.
Bu aşamaların ne kadar süreceğinin ise tahmin edilemeyeceğini belirtiyor.
Kazan, kararın kesinleşmesi durumunda bir hapis cezasının olmayacağını ancak İmamoğlu’nun İBB Başkanlık görevini bırakmak zorunda kalacağını ve herhangi bir siyasi faaliyette bulunamayacağını ifade ediyor.
Çarşamba günü İmamoğlu davasında mahkemenin verdiği karar tam olarak neydi?
Davada, İmamoğlu’nun Yüksek Seçim Kurulu üyelerine hakaret ettiği iddiası kabul edilerek 2 yıl 7,5 ay gibi bir hapis cezası ve ona bağlı olarak da siyaset yasağını da içine alan Türk Ceza Kanunu’nun 53. maddesi gereği kamu görevlerinden yasaklı olmak gibi bir yasağın da uygulanmasını gerekli kılan bir karar verildi. Yani ortada hem 2 yıl 7,5 aylık bir hapis cezası, hem de siyaset yasağı var.
Bu karar, İmamoğlu’nun konumu açısından şu an bir değişikliğe neden olur mu?
Hukuki açıdan şu anda İmamoğlu’nun durumunda herhangi bir değişiklik olmaz. Bu kararın uygulanabilmesi için kesinleşmesi gerekir. Kesinleşmesi için de tabii İmamoğlu müdafileri istinaf başvurusu yapacaklardır. Eğer istinafta karar hukuka aykırı bulunup kaldırılmazsa, onanırsa o zaman Yargıtay’a başvuracaklardır. Yargıtay da eğer verilen kararı hukuka uygun sayar ve onarsa o zaman karar kesinleşmiş olur. O karar, çok da içeride yatmayı gerektiren bir sorun yaratmayacak. Ama siyaset yasağı bakımından artık yapılacak bir şey kalmayacak ve İmamoğlu yalnız Cumhurbaşkanlığı adaylığı değil, siyaseten herhangi bir biçimde belediye başkanlığı için de, milletvekilliği için de, parti genel başkanlığı için de aday olamayacak.
Peki kararın kesinleşmesi durumunda şu andaki belediye başkanlığı görevine devam edebilir mi?
Hayır. Kararın kesinleşmesiyle birlikte hem belediye başkanlığı düşecek hem de siyaset yasağı başlayacak.
Peki genelde Türkiye’deki bu tür davalarda istinaf ve Yargıtay aşamaları ne kadar sürer?
3 günde de karar verebilir, 3 haftada da karar verebilir, 3 yıl da bekletilir. Benim Yargıtay’da 3 yıl bekleyen işim var. Siz benim müvekkilim olsanız ya da bir müvekkilimin yakını olsanız ve bana bunu sorsanız dahi benim bir süre verebilmem mümkün değil. Birinci gerçek bu. İkinci gerçek; bu bir hukuki süreç değildir. Yani bu gerçekten suç sayılacak bir şeyi tespit edildiği için verilen bir karar değildir. Bu bir siyasal planın parçasıdır.
Bu karara dayanarak İçişleri Bakanlığı’nın İmamoğlu’nu görevden alabilmesi mümkün mü?
Ben bunu yapacaklar diye bir beklenti içinde değilim ama bu kararı gerekçe göstererek, bu mahkumiyetten yola çıkarak İçişleri Bakanı görevden alabilir. Güneydoğu’daki, Diyarbakır ve çevresindeki illerde görevden alınanların her birinin bir mahkumiyeti yoktu ki. Öyle bir yetki kullanıyorlar ki, İçişleri Bakanı, hakkınızda hiç soruşturma olmasa da, siz belediye başkanı seçildiğiniz gün sizi görevden alabilir. Hatta size şöyle bir örnek vereyim. Eski Adana Belediye başkanı Aytaç Durak bir tarihlerde müvekkilim olmuştu. Hep AKP’den Adana Belediye Başkanı oluyor ve hep kazanıyordu. Erdoğan ona “Artık aday olma” demiş. O da MHP’den adaylığını koydu ve MHP’den seçildi. Bir süre sonra İçişleri Bakanı onu görevden aldı. Yolsuzluk iddiası vardı ama iddia ettikleri yolsuzluk AKP dönemine aitti çünkü MHP’den yeni seçilmiş. Oradan bir şey de çıkmadı. Görevden alındıktan sonra olay Danıştay’da uzun süre çözülemedi. Sonunda Danıştay kararı iptal etti ama iptal edildiği tarihte de zaten seçim yapılmıştı, başka biri seçilmişti. Biz davayı kazandık ama o sırada zaten süresi bitmişti.
İmamoğlu kararını hukuki açıdan nasıl yorumluyorsunuz?
Bunun hukukla bir ilgisi yok. Bir kere beraat karar verilmesi gereken bir dosya. Niye? İçişleri Bakanı, İmamoğlu’nun Brüksel’de yaptığı konuşma ile ilgili olarak “Ahmak” demiş. O da ona yanıt vermiş. Yani sonuçta tabii ki iptal edilen seçime bir atıf var. Ama İçişleri Bakanı o süreçte başrol oynadığı oyuncusuydu. Zaten bu kurul da bu sözden daha ağır sözlerle, yani ağır kelimelerle eleştirilir, eleştirilebilir, eleştirilmesi gerekir. O nedenle yapılan işin, yani eleştirilen işin önemine göre ağırlık taşıması gayet normaldir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında da bunu görüyoruz. Örneğin Fransa’da eski Devlet Başkanı Nicolas Sarkozy bir kenti gezerken vatandaşların elini sıkmak istiyor. Bir vatandaş da “Vermem” diyor. Sarkozy de “Defol git gerizekalı” diyor. Sarkozy başka bir kente gittiğinde, biri de “Defol gerizekalı” pankartıyla karşısına çıkıyor. Bunu doğrudan Cumhurbaşkanı’na söylüyor. Ama Fransa’da bu gayet doğal. Fransa’da verilen ceza 30 Euro para cezasıdır ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de bununla ilgili ihlal kararı vermiştir. Çünkü “Bu mizah dolu bir tepkidir, suç sayılamaz” demiştir. Biz bu kararla Avrupa Birliği’ni bir defa bir yana bırakın, Avrupa Konseyi ile de bağlarımızı koparmış oluyoruz. Bu bir Orta Doğu ülkesi olmaktır.
İmamoğlu’nun sözlerini YSK’ya söylediği kabul edilse dahi bu ceza verilemez mi diyorsunuz?
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’nın Yüksek Seçim Kurulu’na söylediğini kabul etsek dahi; eleştirmiştir, ağır bir eleştiridir ve bu onun hakkıdır. Çünkü seçimi kaybetti denilen insandır ve söke söke almıştır. Tabii ki böyle söylenir. Böyle söylenmesi hiçbir şekilde suç sayılamaz. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Türkiye’yle ilgili yeni bir kararında bir şey tekrar vurgulanıyor ve deniyor ki, “Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, Avrupa Parlamentosu’nun Venedik Komisyonu’nun üyelere yaptığı, ‘hakaret suçlarında hapis cezasını kaldırın’ çağrıları, ne yazık ki Türkiye ve Azerbaycan tarafından hiç ciddiye alınmamıştır”. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bunu da esefle karşıladığını belirtiyor ve Cumhurbaşkanı’a hakaretle ilgili bir dosyada “hakaret var mı yok mu” tartışmasına hiç girmeden ihlal karar veriyor.
O yüzden ben diyorum ki aslında hakaret suçlarında tutuklama kararı verenler, tutuklamayı isteyenler, hele hele Cumhurbaşkanı’na hakaretten tutuklama kararı verenler, tutuklama isteyenler kesinlikle sorumludur. Yani böyle bir savcılık görevini, böyle bir yargıçlık görevini kesinlikle suç sayılmak gerekir. Çünkü bizim Anayasamızın 90. maddesi, “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi eğer içerideki yasalardan biriyle çelişiyor ise Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi geçerlidir” diyor. Dolayısıyla 10. madde geçerlidir. Yani hakaret suçuyla ilgili uygulanan madde değil, 10. maddenin uygulanması gerekir. Ona göre de hapis cezası verilemeyeceği için zaten başka bir düzenleme yapılmadığına göre beraat kararı verilmesi gerekir.