Ekonomik kriz derinleştikçe insanların kafasındaki “AKP neden bu düzeyde oy kaybetmiyor?” sorusu daha da büyüyor. Haklı da bir soru. Öyle ya ülkedeki nitelikli çalışanların bile yoksulluk içinde kıvrandığı bir dönemde, 20 yıllık iktidar neden DSP’nin başına geldiği gibi bir anda yüzde 1’lere düşmüyor? Bu soruya belki bir kitap konusu olabilecek uzunlukta yanıtlar verilebilir.
Bana göre, “AKP neden daha fazla erimiyor?” sorusunun en temel yanıtı; 20 yıllık iktidarında geleneksel sağ seçmenin tüm tatmin alanlarına hitap etmesiydi. Maddi ve manevi olarak ayırıp üzerine çok uzun konuşabiliriz ama bu yazının kısıtları nedeniyle bu pek mümkün değil. Mümkün olan bir bölümünden yani AKP’nin dış politikayı iç politika unsuruna dönüştürmesinden devam edeceğiz.
AKP’nin dış politikayı içeride seçmen desteğine dönüştürmesini iki farklı bölümde ele almak gerektiğini düşünüyorum. Göreve geldiği ilk yıllarda AB üyeliği hedefi, komşularla sıfır sorun vb. bir siyasal hat ile seçmene daha uzlaşmacı, daha diyalog yanlısı bir dış politika üzerinden uluslararası ilişkilerimizi güçlendirmeyi vaat ediyordu. Bu güçlendirme sürecinin sonunda daha fazla ticaret imkanının doğacağını, bunun da topluma refah artışı olarak döneceğini salık veriyordu. Gerçekçi olmak gerekirse hem ticareti büyüttü hem de bu iddiasını topluma kabul ettirdi.
Bu geleneksel hariciye birikiminden uzak ergen dış politikanın ülkeye ciddi maliyetleri oldu. Tamamını saymak yerine sadece sığınmacı sorununu alsak bile yeterli. Tarihte belki de ilk kez orta gelir grubundaki bir ülke resmi rakamlara göre 3,5 milyon civarında sığınmacı kabul etti. O koşullarda göçmen alımı yapmak insani olarak sorumluluğumuzdu. Fakat bu plansız göçün yarattığı alımın 3,5 milyona çıkması hali ergen diplomasisinin sonucuydu.
Bugünlerde AKP’nin dış politikasında yine anlamlı bir dönüşüm mevcut. Dün neredeyse düşman ilan edilen SİSİ’nin yakın gelecekte dost olma ihtimali ufakta görünüyor. Yine Esad için de diyalog yönünde açıklamalar gelmeye başladı. İktidara gelişinden bu yana yürüttüğü dış politikayı kamuoyu yapıcılar gün gün izleyip dönüşümü yorumluyor. Toplum da izliyor. Fakat anlaşılan o ki kamuoyu yapıcılar ile toplumun bakışı büyük oranda ayrışıyor. Bu iddiamı bir veriye dayalı olarak paylaşıyorum. Bu haftaki ölçümlerin sonuçlarını incelemeye başlayalım.
İlk olarak AKP’nin kuruluşundan bu yana izlediği dış politikaların belirli evrelerinin seçmen tarafından ne derece başarılı bulunduğunu anlamaya çalıştık. Bunun için 2002 yılından bu yana, son 5 yıldır ve son 3 aydır dış politikasını nasıl bulduğunu sorduk. Üç ayrı zaman dilimi için de verilen yanıtlar neredeyse birbirinin aynısı. Birlikte inceleyelim.
Gördüğünüz üzere kamuoyu yapıcılar ayrı evrelerde ayrı dış politikaya işaret etse de seçmen her evrede benzer başarı oranı atfediyor.
Konu AKP ve dış politikası olunca iktidar bloğunda ve muhalefet bloğunda iki ayrı görüşün hakim olduğunu görüyoruz. İktidar bloğu, AKP’nin dış politikada attığı her adımın sadece ülkenin çıkarları için atıldığını iddia ediyor. Muhalefet bloğu ise ülkenin çıkarlarından çok içeride seçmen konsolidasyonu için adım atıldığını iddia ediyor. Bu iki farklı görüşten hangisini, seçmenin ne kadarı destekliyor sorusuna yanıt aradık. Bunun için “AK Parti’nin dış politikasını düşündüğünüzde aşağıdaki iki farklı görüşten hangisi sizin görüşünüze daha yakındır?” sorusunu sorduk. Yanıtları aşağıdaki gibi.
Sonuç olarak dış politikanın iç politikada kullanışlı hale getirilmesi, AKP’ye ihtiyacını karşılayacak bir sonuç “şimdilik” yaratamadı. Yapılan çalışmaya, dış politikasına itiraz edenlerin sıklıkla hainlikle suçlanmasına, milli, gayri-milli tartışmalarına rağmen seçmenin büyük çoğunluğu ne yapıldığının farkında. Tüm bunlardan yola çıkarak bu ergen diplomasisinin ülkeye bir faydası olmadığını anlatmamız gerekiyor. Türkiye’nin ihtiyacı olan, siyasilerin manevralarına değil hariciyecilerin birikimine dayalı bir dış politika. Sosyal demokrasinin iktidarında sağlıklı, tutarlı, barışçı bir dış politika sayesinde ülkemizin saygınlığını artıracak, refahının artışına katkı vermiş olacağız. Çünkü biz her adımımızı, siyasi liderlerin dönemsel çıkarlarına, o günkü ruh haline göre değil, uzmanlığa, birikime ve bilime dayalı olarak belirleyeceğiz.